İsrail’in Irkçı(Apartheid) Yasaları
İşgalci İsrail’in Irkçı(Apartheid) Yasaları[1]
İşgalci İsrail Filistin topraklarını tamamen hakim olmak ve buradaki işgal gücünü kuvvetlendirmek gayesiyle devletinin ve tüm kurumların imkanlarını kullanıyor. Özellikle işgalci yasalar İsrail’in ana gayesine bu noktada hizmet ediyor. İşgalci (İsrail) yasama organlarını o toprakları Yahudileştirme ve yerleşimcileri çoğaltma gayesiyle kullanıyor, ayrıca var olan yasaları dahi (Filistinlilerin aleyhine) olacak şekilde suistimal ediyor bu noktada Filistinliler daima baskı, tehcir ve ırkçılıkla karşılaşıyor. İşgalci birçok yasa mevcuttur. Bazıları işgalin varlığını sağlamlaştırmak için topraklara el koyarak Yahudileştirmeyi, bazıları ise işgalci yerleşimciler yararına Filistinlileri hedef alarak haklarından ve hürriyetlerinden mahrum bırakmayı amaçlıyor.
1- İsrail’in Başkenti Kudüs Yasası
1947’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu bir karar aldı. 181 sayılı bu karar Filistin topraklarında İngiliz hakimiyetinin sona ermesi ayrıca Arap ,Yahudi devleti olarak ikiye bölünmesini Kudüs şehrinin uluslararası vesayet altına alınmasını içerir. Bu kararın aksine 1948 yılında Yahudi çeteleri Kudüs’ün batısındaki toprakları işgal etti ve İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan etti.
1967 de ise Doğu Kudüs’ü işgal ederek ilhak etti. 1967 senesinde Güvenlik Konseyi ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, İsraili Kudüs şehri de dahil olmak üzere işgal etmiş olduğu topraklardan çekilmeye ve Kudüs şehrinin statüsünü değiştirecek herhangi bir eylemde bulunmaktan kaçınmaya çağıran birkaç karar yayınladı. (1967 tarih ve 2253 sayılı Genel Kurul kararı, 1967 tarihli 242 sayılı Güvenlik Konseyi Kararı). BM Güvenlik Konseyi ayrıca, İşgal altındaki toprakları ilhak etmeyi amaçlayan İsrail tarafından alınan tüm idari ve yasal tedbirlerin, (toprak ve mülklere el koyma, nüfus mübadelesi gibi) tüm eylemlerin geçersizdir hükümsüz olduğu noktasında karar bildirdi ve İsrail’i yapmış olduğu icraatlerden dönmeye ayrıca Kudüs’ün statüsünü değiştirebilecek herhangi bir eylemde bulunmaktan kaçınmaya çağırdı. (Karar No. 252, yıl 1968, Karar 267 yıl1969, Karar no298 yıl 1971). Ancak İsrail, bu kararlara uymayarak, Kudüs şehrini işgal etmeye, Yahudileştirmeye, orada Yahudi yerleşim birimleri kurmaya ve İsrail yasalarını tüm uluslararası kararları çiğneyerek uygulamaya devam etti.
Kudüs’ü işgal edilmiş bir şehir olarak kabul eden ve işgal altındaki toprakların tamamen ilhak edilmesinin önüne geçen uluslararası hukuka aykırı olarak, İsrail işgal makamları 30.07.1980 tarihlerihinde (yarı anayasal) bir kanun çıkardılar buna Temel Kanun ismini verdiler bu kanun ise: “Kudüs İsrail’in başkentidir” hükmünü içerir. Bu kanunda Kudüs’ün doğusu ve batısıyla tam ve birleşik olduğu savunularak İsrail cumhurbaşkanının, parlamentonun, hükümetin ve yüksek mahkemenin bulunduğu İsrail’in başkenti olarak kabul edildi.
Bu kanun vesilesiyle işgalin varlığını güçlendirmek amacıyla Yahudileştirme faaliyetleri için Kudüs şehrine özel mali bütçeler ayrıldı. Bu yasaya daha sonra Kudüs şehrinde bulunan herhangi bir yetkinin İsrailli olmayan uluslararası yahut sair herhangi bir egemen otorite veya organa devredilmesini yasaklayan müteakip maddeler eklendi. İsrail parlementosunda (61) üye ile değiştirilebilen olağan kanunların aksine, Kudüs topraklarında veya statüsünde herhangi bir değişiklik yapılması bu kanunun değişebilmesi için Parlamento üyelerinin büyük bir çoğunluğunun (80 üyenin) onayı gerekir. Bu yasa İşgalci bir güç olan İsrail’in Kudüs’ü kendisine ilhak etmesini engelleyen uluslararası hukukun ve uluslararası kararların açık ihlalinin bir göstergesidir. Bu duruma istinaden BM Güvenlik Konseyi İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesini uluslararası hukuka aykırı bularak İsrail’den bu yasayı yürürlükten kaldırmasını talep eden 20 Ağustos 1980 tarihli 478 sayılı kararı yayınladı. Sonuç olarak, dünya ülkeleri (Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere) büyükelçiliklerini Kudüs şehrinden Tel Aviv ve çevresine taşıdı. İsrail Kudüs şehriyle ilgili uluslararası hukuku ihlal etme konusunda 2017 sonuna kadar tek başına muhalefet etmeye devam etti. Şöyle ki ABD Başkanı Trump 6-12-2017’de Kudüs şehrini İsrail Devleti’nin başkenti olarak tanıdığını ilan ettiğinde Amerika Birleşik Devletleride İsrail’in bu görüşüne, çıkarmış olduğu kanuna katılmış oldu. Bu durumun ardından, 14 Mayıs 2018’de, daha önceki uluslararası kararları ihlal ederek ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşımış tüm suçlar ve uluslararası hukuk ihlallerine ortak oldu.
Yukarıda ifade ettiklerimiz, İsrail işgalinin, uluslararası hukuku ve uluslararası kuruluşların tüm kararlarını ihlal ederek, Kudüs şehrini oldu bittiye getirerek zorla işgal edilmesi için yasaların ve parlamentonun nasıl kullandığını bize gösteriyor.
2- Yahudi Ulusal (Milliyetçilik) Kanunu
Vatandaşlık Yasası: İsrailin Filistin topraklarındaki işgalini sürdürmeye,(israil devletini bir oldu bitti şeklinde kurmaya) gerçekleri ve tarihi tahrif etmeye, Yahudi ırkına işgal altındaki Filistin topraklarındaki diğer tüm ırklar ve nüfuslar üzerinde üstünlük sağlamaya yönelik, çıkardığı en ırkçı işgal yasalarından biri olarak kabul edilir. Bu yasa hem yerel hem de uluslararası düzeyde yaygın tartışmalara yol açtı. 19/7/2018 tarihinde, İsrail Parlamentosu; “İsrail, Yahudi halkının ulus-devletidir” adlı temel bir yasa çıkardı.Normal yasaların daha üstünde olan ve değiştirilmesi zor olan (yarı anayasal) bu kanun Filistin topraklarını sadece Yahudilere verir. Ulus-devlet (Milliyetçilik) kanunu, Filistin ve Kudüs topraklarının Müslümanlar ve diğer dinler için kutsallığını tarihini ve statüsünü bütünüyle baltalayarak yalnızca Yahudilerin tekeline verdi. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, bu kanun Filistinleri göz ardı ederek bu toprakları Yahudilerin ulusal yurdu olarak kabul eder ve Filistin topraklarında kendi kaderini tayin hakkının bu toprakların ilk sahibi olan Filistinlilere değil, yalnızca Yahudilere ait olduğunu savunur..
Bu yasa sayesinde Yahudi sembolleri devletin amblemi (monorah) (yahudi kutsal şamdanı) İbrani takvimi Yahudi bayramları ve devletin resmi dili olarak İbranice kabul edilmiş bu şekilde israil işgali sistemleştirmiştir. Arapça, ülkenin asıl sakinlerinin ana dili olmasına rağmen, sadece özel bir statü vermekle yetinilmiştir. Kudüs şehrini işgal edilmiş bir alan olarak kabul eden ve toprakların ilhak edilmesini yasaklayan uluslararası hukuk kararların aksine, bu çıkarılan kanun Kudüs’ün tam olarak İsrail’in başkenti olduğunu, Yahudi yerleşimini ulusal bir değer olarak önem verilmesi gerektiğini, yahudilerin orda ikameti için teşvik edilmeleri,desteklenmelerini ve cesaretlendirilmeleri gerektiğini uluslararası hukuka ve sayısız uluslararası karara aykırı olarak vurguladı.Tüm bunlar olurken aynı zamanda işgal yetkilileri Filistinlilerin kendi topraklarında inşaat faaliyetleri yürütmelerini engelliyor. Bu yasa, ihtilalci İsrail’in Filistin topraklarını işgal ettikten sonra yerlerinden edilen milyonlarca Filistinli mültecilerin sorununu çözüp topraklarına ve evlerine geri döndürülmesini sağlamak yerine Filistin topraklarına geri dönüşü yalnızca Yahudilerle sınırlayarak o toprakların asıl sakinleri olan Filistinli müslümanlardan daha iyi bir statüde olmalarını sağladı. Bu yasaya göre, dünyanın herhangi bir yerinde doğan bir Yahudi’nin o topraklarda ikamet eden Filistinlilerden daha fazla hakka sahiptir.
Ulus-devlet (Milliyetçilik) yasası Yahudi ırkını ülkedeki diğer ırklardan üstün tuttuğu ve hiçbir zaman “eşitlik” “demokrasi” kelimesini kullanmadığı için İsrail sokaklarında azınlıklar arasında tartışmalara yol açtı. İşgalci İsrail’in kendisini Ortadoğu’daki tek demokratik devlet olarak ilan etmesinin aksine, bu yasa ayrıca Filistin topraklarının Müslümanlar ve diğer dinler için kutsallığını reddeder. Son yıllarda siyaset sahnesini takip edenler bilir ki Arap Barış Girişimi kapsamında israilin ilk olarak Filistinlilere daha sonra ise Arap ülkelerine Yahudi devleti fikrinin kabulünü dayatmakta ısrar ettiği bilir . İsrail , bu yasayı değiştirilmesi zor olan ana yasa şeklinde çıkararak olayları öngörmüş ve yasaları Filistin topraklarını Yahudileştirme, işgal etme hedeflerine hizmet edecek şekilde uyarlayarak inisiyatif almıştır.
3- Yahudi Dönüş Yasası
İhtilalci İsrailin Ortadoğu’da her zaman övündüğü demokrasi ilkesinin aksine, hakikatte dine dayalı bir ayrımcılık politikası uygulamaktadır. İsrail Yahudi devleti olarak dinsel vasıflarıyla bilinir ve bu ırk ayrımcılığını içeren yasaları çıkartır. Yerleşimciler(işgalciler) Filistinlilerin topraklarını işgal edip evlerinden tehcir ettirdikten sonra İsrail parlamentosu 1950 senesinde Geri Dönüş Yasası’nı çıkardı. Bu yasa Filistinlileri topraklarına geri döndürmek yerine, babası ya da büyükbabası ya da karısı Yahudi olan herkese İsrail’e geri dönme hakkı ve İsrail vatandaşlığı alma hakkı verdi.
Sonuç olarak, bu yasa Filistin topraklarını kendileri için kutsal kabul ederek toprakların asıl sahipleri olan Filistinli Arap Müslümanların geri dönüş hakkına el koymuş ve bu hakkı sadece Yahudilerle sınırlandırmıştır. 1952 senesinde çıkarılan İsrail’e Giriş Kanununa göre, bu toprakların asıl sahibi olan Kudüslüler yabancı olarak kabul ediliyor.Kendi atalarının şehirlerinde yaşamak için oturma izni almaları gerekiyor ayrıca İsrail’de daimi ikamet ettiklerini kanıtlamadıkları takdirde veya başka bir ülkeden vatandaşlık yahut daimi ikamet hakkı elde etmeleri durumunda bu topraklarda ikamet haklarını kaybederler.
4- Kayıp Mülkiyet Yasası
İsrailin 1948 ve 1967’de Filistin topraklarını işgal etmesinden ve milyonlarca Filistinliyi yerinden ederek ata topraklarından sürmesinden sonra,bu mültecilerin topraklarını her şekilde çalmaya ve gelecekte geri dönmelerini engellemeye çalışmıştır. Bu gerekçeyle , İsrail 12/12/1948 tarihinde Kayıp Mülkler başlığı altında Acil durum düzenlemesi yaptı. Bunun akabinde 1950 senesinde işgal makamlarının yararına Filistin mülteci topraklarının gaspını, çalınmasını ve yağmalanmasını yasallaştırmayı amaçlayan Kayıp Mülkiyet Yasası’nı getirdi. Bu yasa, bu toprakların ve gayrimenkullerin mülkiyetini İsrail Kayıp Mülkiyet dairesine devretti. Bu yasa : 1948’den beri işgal altındaki Filistinde herhangi bir arazi veya mülkün sahibi olan herkesin gaip olarak tanımlayarak Lübnan, Mısır, Suriye, Suudi Arabistan, Ürdün, Irak veya Yemen vatandaşı olduğunu yahut o dönemde İsrail Devleti’nin kurulmasını engellemeye veya kurulduktan sonra onunla savaşmaya çalışan güçler tarafından kontrol edilen Filistin’in herhangi bir yerinde ikamet ettiklerini kabul etti. Yasa ayrıca, Gaip sayılanların mülklerini o toprakları sömürmek ve üzerine Yahudi yerleşimleri kurmak amacıyla Yahudi Ulusal Fonuna veya Kalkınma merkezine ve İsrail yerel makamlarına satma hakkı verdi. Bu yasa ile işgal makamları, Kudüs’te ve Filistin toprakları içinde bulunan İslami vakıfların malları da dahil olmak üzere Filistin topraklarının büyük çoğunluğunu kayıp mülkiyet olarak kabul etti. Dolayısıyla el konulan bu Filistinlilerin mallarının mülkiyeti, Gaip Mallar Sorumlusuna devredildi.
İstatistiklere göre İsrail Gaip Mülkiyet Merkezi, üç milyon dönümden fazla alana sahip olan yaklaşık üç yüz terk edilmiş veya yarı terk edilmiş Arap köyüne, yani özel mülkiyet arazilerinin büyük çoğunluğuna el koydu. Ele geçirilen araziler arasında, birçok meyve bahçesi ve meyve ağaçları bulunan araziler de dahil olmak üzere yaklaşık 280.000 dönüm olduğu tahmin edilen geniş verimli araziler vardı. Ayrıca Gaip Mülkiyet Kanunu kapsamında yirmi beş binden fazla binaya. Elli yedi binden fazla konut ve on bin ticaret ve sanayi merkezine el konuldu ve bu binalar Yahudi yerleşim yerine dönüştürüldü. Ayrıca, bu yasayı baz alan İşgal makamları 1948’den sonra işgal altındaki topraklarda kalan Filistin vatandaşlarının topraklarının çeyrek milyon dönümden fazlasına da el koydu. İşgal makamları Gaip Mülkiyet Yasası kapsamında çalınan bu topraklar üzerinde Kudüs kentinde “Yad Vaşem” adlı Nazilerin soykırımını anlatan resmi devlet müzesi kurdu.
5- Müsadere, İnşaat ve İmar Kanunları[2]
İşgalci İsrail bu yasaya ek olarak yerleşim projeleri askeri alanlar yapılması için Filistin topraklarına el koymak maksadıyla on beşten fazla yasa kullanıyor. Bu kanunlar arasında Arazi Müsaderesi Kanunu, Planlama ve İmar Kanunu, Milli Parklar Kanunu yer alır. İşgalci yetkililer bu yasalar aracılığıyla askeri güvenlik bölgeleri, yerleşim yerleri ve Batı Şeria’yı İsrail’den ayıran (utanç) duvarı için de Filistin topraklarına el koyuyor. Ayrıca topraklarına el koyarak yollara, kamu hizmetlerine ve milli parklara tahsis ediyorlar. Bu amaçlarla el konulan tüm toprakların yalnızca Filistinlilere ait olduğu göze çarpmaktadır, çünkü işgal bu yasaları kullanarak onları kasıtlı olarak yerinden etmekte ve topraklarından almaktadır. Çünkü işgal onları kasıtlı olarak yerinden etmek amacıyla bu yasalara dayanarak topraklarını ellerinden alıyor.
İstatistiklere göre yahudi yerleşim yeri projesi lehine el konulan arsa alanı yaklaşık 500.000 dönüm. İşgal altındaki Batı Şeria ve Kudüs’te Filistin topraklarında kurulan yerleşim birimlerinin sayısı, Eylül 2018’e kadar 515 yerleşim yeri ve karakol iken, işgal altındaki Filistin topraklarında yerleşimcilerin sayısı ikiye katlanarak bugün yaklaşık 834.000 kişiye ulaştı. Filistin şehirlerini birbirinden ayırmak ve izole etmek için 839 bariyer ve kontrol noktası kurdu. İhtilalci israil ve ona bağlı belediyeler, 1965 İmar ve Planlama Yasası ile Filistinlilerin topraklarında yasal inşaat ve yaşam haklarını da açıkça ihlal ediyor. Belediyelerdeki planlama komiteleri Filistinlilerin topraklarını yeşil alan ve milli park olarak sınıflandırıp inşaat sürecine girmelerini engelliyor ve bu belediyeler, Filistinlileri topraklarından çıkarmak için onların yaşamış olduğu bölgelerde imar planları yayınlamıyor.
Sonuç olarak Filistinliler yaşamak için yasal izinler olmadan inşaat yapmak zorunda kalıyor ve ardından işgal yetkilileri evlerini yıkıyor. 2006’dan 2018’e kadar işgal makamları, Batı Şeria’da 3.140’ı çocuk olmak üzere en az 6.225 Filistinlinin yaşadığı en az 1.409 Filistinlinin konutunu yıktı. 2004-2018 yılları arasında ayrıca işgalciler 1.556’sı çocuk en az 2.900 Filistinlinin yaşadığı 824 Filistinlinin Kudüs’teki konutlarını yıktı.
6- İdari Gözaltı Yasaları
İşgalci israil makamları, Filistinlilere karşı çok geniş kapsamlı idari gözaltı politikası uygulamaktadır. İdari gözaltı yasası kapsamında Filistinlileri herhangi bir suçlamada bulunmadan ya da yasal delil göstermeden gözaltına alıp, azami süre olmaksızın altı ay ve birkaç yılı bulabilecek şekilde hapis edebiliyor. Bu tutukluluk emri, Batı Şeria’da yaşayan Filistinlilere karşı Ordu Komutanı tarafından 2009 tarihli (1651) sayılı Askeri karar kapsamında verilmektedir. İsrail Savunma Bakanı, 1979 tarihli Acil Durum Düzenlemeleri (Tutuklamalar) Yasası uyarınca Kudüslülere ve Filistin iç kesimlerinde yaşayanlara karşıda idari gözaltı kararı verebilir. Bu tutukluluk, belirli bir iddianame veya resmi bir yargılama olmaksızın ordu komutanına veya savunma bakanına sunulan gizli belgelere dayandırılarak sanığın tutukluluğunun içeriğini bilemediği ve bu sebeple çürütemeyeceği bilgilerle karşı karşıya kalmasına sebep olur.
Genellikle ,savcılık ve soruşturma makamları, belirli bir davada sanık hakkında iddianame hazırlamazlarsa, onun aleyhinde olacak şekilde idari tutuklamaya başvururlar. İdari tutuklama kararı verilen kişi askeri mahkemelere veya merkez mahkemelere bu tutuklama durumuna resmi bir şekil kazandırmak için formalite olarak olarak çıkarılıyor. Sözü geçen mahkemelerin bu tutuklama kararını geçersiz kılmak için müdahale ettiği davalar gerçek hayatta çok nadirdir. İhtilalci işgal makamları, Filistinlilere karşı cezai tedbir olarak idari gözaltı emri yayınlıyor.İstatistiklere göre, ilk intifada (1987-1994) yıllarında yaklaşık 19.000 idari gözaltı emri verildi.İkinci intifada (2000-2007) yıllarında ise yaklaşık olarak 18.000 gözaltı emri daha verildi. Şu anda işgal makamları, Hapishaneler İdaresi’ne bağlı merkezlerin hapishane odalarında bir kadın ve iki çocuk olmak üzere toplam 495 Filistinliyi idari tutuklu olarak bulunduruyor. İdari gözaltı, doğası gereği özgürlüğü kısıtlayan bir önlem olup, özellikle tutuklu, içeriğini bilmediği, kendisini savunmasını engelleyen gizli bir dosyayla karşı karşıya olduğu için, savunma araçlarının neredeyse yokluğu sebebiyle, bilgisiz savunma yapılamayacağı için dünyanın tüm ülkelerinde reddedilen zalimce bir uygulama olduğu tasdiklenmiştir. Adli prosedür, tutuklama emrine güzelleme yaparak onaylanması dışında başka bir şey değildir.
7- Tutuklama ve Sorgulama Yasaları
İşgal makamları, güvenlik ihlalleri bahanesiyle Filistinlileri tutuklamak ve evlerini aramak için kapsamlı, baskıcı yasalar çıkarıyor. İşgalciler Filistinlilerin milli, dini veya vatani amaçla gerçekleştirdiği her türlü faaliyeti güvenlik suçu olarak değerlendiriyor ve Filistinlilere karşı sert, keyfi önlemler alıyor. Bu önlemler (kanuni tedbirler) 1996 tarihli Ceza Muhakemesi (Tutuklamalar) Kanunu ve 2006 tarihli Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (Güvenlik İhlalinden Şüphelenilen Tutuklular) kanunu yer almaktadır. İşgal makamlarının mahkeme kararı olmaksızın tutuklama süresini (çok uzun süreleri kapsayan) uzatma, kişi ve evleri yargı karar olmaksızın arama, tutuklama kararına karşı temyiz süresinin kısaltılması ve gözaltı yetkisi vardır. Mahkemeye(bilgi) sunulmasını 4 güne kadar geciktirmek ve tutuklunun 21 güne kadar avukatıyla görüşmesini engellemekte yapılan icraatler arasındadır.
Bu duruma ek olarak, 2002 tarihli Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (Şüphelilerin Sorgulanması), soruşturmanın sesli veya görüntülü kaydını gerektirmektedir. Lakin Güvenlik ihlalinden şüphelenilen Filistinli tutuklular bu kanunun dışında tutulmuştur. Hakikatler ışığından bakarsak, gerçekte bu durum bizlere İsrailli cezaevi görevlilerinin, Filistinli tutuklulara kendilerine yöneltilen suçlamaları itiraf etmeye zorlamak amacıyla fiziksel ve psikolojik işkence uygulayarak (kanundaki) bu istisnayı kendi lehlerine kullandıklarını gösteriyor.
Yukarıda bahsettiklerimizin aynısı Filistinlilerin tüm faaliyetlerini yasaklanmış terör eylemleri çerçevesine dahil ederek geniş bir terörizm tanımı yapan, 2016 Terörle Mücadele Yasası için de geçerlidir. İsrailli güvenlik yetkililerinin savunma bakanlığı (polis asker vb.) herhangi bir Filistinlinin gerçekleştirmiş olduğu bir toplantıyı yasaklama ve terör örgütü faaliyeti olarak görme konusunda çok geniş yetkileri (bu kanuna dayanarak ) mevcuttur(Toplantıya katılan Üyelere) ölüme ve müebbet hapse varan çok ağır cezalar verebilir. 1971 tarihli Çocuk Kanunu, reşit olmayanlar için özel haklar getirmiştir. Bu kanuna göre soruşturmada yakınlarının yanlarında bulunması ve ancak son çare oldukça, onlara karşı gözaltı uygulanmaması gibi noktalar vardır.
Son olarak cezaevlerindeki tutukluluk koşulları ile ilgili olarak şunu ifade etmek gerekirse , İsrail yasalarına göre bir sanığı yukarıda belirtilenlere göre güvenlik tutuklusu olarak sınıflandırmak ailesi ve akrabaları ile telefon görüşmesi yapma hakkından mahrum bırakarak, ziyaretçi sayısının azaltılmasına ve sadece birinci derece akrabalarla görüşmesine izin verilmesine ayrıca mahkemenin cezai indirme gitmesini engellememesine ( aldığı cezanın üçte birini azaltma hakkını ) kullanamamasına ve İsrail hapishanelerindeki diğer sanıkların yararlandığı tüm haklardan mahrum olmasına sebep olur. 2019 istatistikleri İsrail cezaevlerinde Filistinli 5 bin 248 güvenlik tutuklusunun bulunduğunu gösterir.
[1] Bu metin, Filistinli Av. Hamza Kuteyne’nin Türkçeye tercümesi edilmiş sunum dosyasıdır.
[2] Müsadere, işlenen bir suç ile ilgili belirli bazı eşya veya kazançların mülkiyetinin devlete aktarılmasıdır.
editor's pick
latest video
news via inbox
Nulla turp dis cursus. Integer liberos euismod pretium faucibua